Bizi toplum olarak çoğu zaman aklımızdan çok duygularımız yönetiyor. İlişkilerimizi de akıldan ziyade duygudaşlıklarımız belirliyor. Duygu ile akıl arasında her ne kadar sürekli bir geçişkenlik olsa da, çoğunlukla galip gelenin duygular olduğunu görmek zor değil.
Elbette duygu, yani bir his sahibi olmak, kötü bir şey değildir. Hatta şiirle ilgilenen biri olarak, duygulara karşı gelmek haddime düşmez. Duygusuz insan çoğu zaman merhametsizdir; merhametsiz insan da sevgisiz. Oysa merhamete her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu açık. Mesele, duyguların dozunu ve yönünü iyi ayarlayabilmekte. Zira duyguların bizi nereye sürükleyeceğini her zaman öngöremeyiz.
Ne zaman ki duygular aklın üzerini örtmeye başlar, işte o andan itibaren yanlışlar da görünür hâle gelir. Duygular sürekli aklın önünde olduğuna göre, bugün karşı karşıya kaldığımız sonuçların büyük ölçüde duygularımızın eseri olduğunu söyleyebiliriz. Oysa aklın, her şeyi çerçeveleyen, sınırlayan ve yönümüzü tayin eden bir rolü vardır. Siyahı siyah, beyazı beyaz olarak tanımamıza yardımcı olur. Buna karşılık, duygular çoğu zaman aklı rayından çıkarabilir; beyaza siyah, siyaha beyaz diyebilir ve bunda ısrarcı da olabilir.
Hayatın içinde, istemesek de duygularımız kendiliğinden harekete geçebilir. Zamanı ve zemini çok da gözetmezler. Oysa zaman ve zemin tanımayan bir şeyin hata yapmaması mümkün değildir. Bu yüzden, her duygu belli bir noktadan sonra yerini akla bırakmak zorundadır. Aklı devreye sokmadığımızda başımıza neler gelebileceğini öngöremeyiz.
Madem bizi akıldan çok duygular yönetiyor ve biz bu hâlimizden memnun değil, hatta rahatsızsak, o zaman kaynağa geri dönmemiz gerekir. Duygularımızı besleyen kaynaklar sağlıklı mı? Belki de bu kaynakları değiştirmemiz gereken bir noktadayız.
Elbette “duygusu olmayanın sorumluluğu da yoktur” diyemeyiz. Ama biliyoruz ki “aklı olmayanın sorumluluğu yoktur.” Bu nedenle öncelik doğru yere, yani akla verilmelidir. Uygulamada duygulara teslim olmak ise akıl kârı değildir.
Sadece duygularımızı değil, duygudaşlıklarımızı da sorgulamamız gerekiyor. Kim, nerede, ne kadar yerinde bir duruş sergiliyor, yeniden düşünmeliyiz. Bu söylediklerim yalnızca akla teslim olmak anlamına gelmiyor. Kastettiğim, akıl ile duygu arasında sağlıklı bir denge kurabilmek.
Burada vicdanı da anmadan geçmek eksiklik olur. Duygularımız, vicdanın havuzunda yıkanıp dinlendikten sonra devreye girmelidir. Vicdanı teğet geçen duygular çoğu zaman yıkıcı olur. Duygusuz insanlara vicdansız dememizin sebebi de budur. Çünkü bunun mümkün olduğunu fark ediyoruz: Vicdansız bir duygu, karanlığa açılan bir kapı olabilir.




















