Daha bir hafta önce şiir üzerine konuşmuştuk Osman Kaymak Hocamla. Tıpkı 45 Yıl önceki edebiyat derslerinde olduğu gibi. Bilmediğim ve unuttuklarımı bir kere daha anlattı o müşfik edasıyla.
Yazmayı Osman Kaymak Hocam’dan öğrendim. O kadar güzel anlatışı vardı ki dersle alakası olmayan öğrenci bile sanırım dersin bitmesine eseflenirdi. Lise son sınıfta tayini çıktı. Bu benin için büyük bir kayıptı. Çünkü öğreneceklerim bitmemişti. Henüz işin başındaydım ve edebiyatı çok seviyordum.
Okul yıllarından sonrada kendisini rahat bırakmadım. Koltuğumun altına sıkıştırdığım şiir dolu dosya ile Kartal’da çalıştığı okulun yolunu tuttum. PC’nin, belleğin olmadığı yıllar. Ne var, ne yok hepsi göründüğü gibi avucunuzda ya da koltuğunuzun altında.
Birilerinin bir şeyler demesi, eleştirmesi gerekiyordu. Ne yaptığımı en güzel bir başkası anlayıp, anlatabilirdi bana. O’da olsa olsa Osman Hocam olabilirdi. Dosyayı açıp incelemeye başladı. O şiirlerime bakarken ben ısmarladığı çayı içiyordum. Şiirlerimin görücüye çıktığı ilk zamanlar. Çayımı içerken Osman Hona’nın nasıl bir eleştiride bulunacağı endişesi vardı içerimde. Nihayet eleştiriye başladı. Şiirlerimde edebi sanat olmadığını, sığ bir anlatım tarzının göze çarptığını söyledi. Sonra da en iyi şair kim diye sorduklarında benim diyebilmek derecesinde özgüvene sahip olmamı tavsiye etti. Doğrusu değmişti bin 200 kilometrelik yolu kat etmeye. Hem de fazla fazlasıyla. Ne de olsa şair olduğuma/olabileceğime inanan biri vardı ve bu kişi kılı kırk yaran Osman Hocaydı.
Anlatmaktan hiç usanmıyordu. Bir kere, bir kere daha anlatıyordu. Örnekler vererek şiirin olması gereken yere taşınması konusunda çaba harcıyordu. Ve şiir yazıyordu kendine özgü üslubuyla. Duygu doluydu, sevgi doluydu. Aşk doluydu Osman Hocam. Sesini duyamayacağız ama geride bıraktığı eserlerinden ilham alarak yeni şeyler öğrenmeye çalışacağız bundan sonra da…Dün gibi…