İnsanı anlamak sanırım zorlukların en büyüğü. Hele hele Türk insanını anlamak adeta yaşanılır bir gezegen keşfetmek kadar imkansız. Hayat anlayışı, dünya görüşü ve ahret inancını belli esaslara göre değil de kendi kafasına göre şekillendirmekte mahir. Tek samimiyet işareti boş lakırdı, kuru gürültü ve kolay olanı seçmek. İnancı, İmanı ve ahlakı sığınma koridoru olarak kullanıp, Allahsızlığın ne kadar icabı varsa yerine getirmek.
Yani her haltı işleyip sonrada Allahın en sadık kulu oyununu sahnelemek artık sıradanlaşmış. Ayıplamak, yermek, utanmak ve imtina etmek bir tarafa, bu esaslar adeta hayatı dolu dolu yaşamanın altın anahtarı olarak değerlendiriliyor. Sonrası çorap söküğü. Allah'tan korkmayıp, kuldan utanmayan bir kişi elbette ki insanlığa dair ne kadar görev ve sorumluluk varsa hepsini suiistimal edebilir. Önüne gelene saldırabilir. Hakkı olmayana dört elle sarılıp, taciz skandalına karışabilir. Yalan konuşup, harem evler kurabilir. Bu gibi kişiler için artık dünya nimetleri adına kısıtlama söz konusu değildir. Önemli olan işlediği haltın, kendi şeriatıyla ilişkili olmasıdır. Yani anlayacağınız bozup parçalamadığımız bir din vardı, çok şükür onu da kendi egolarımıza uyarlamayı başarabildik. Bir gün bir iş görüşmesine çağrılan biri hiç tanımadığı muhatabının ofisine doğru yola çıkar. Yaz mevsimi ve ramazan ayı olması nedeni ile bir hayli sıkıntı çeken arkadaş, bunaltan güneş altında terden vıcıklamış halde kendini bekleyen kişi ile karşılaşır. Ne var ki ahlak ve edep yoksunu özel kostümlü beyefendi, ayak ayak üstüne atmış ve ramazan olmasına aldırış etmeden sigarasını tüttürmekteydi. Aradan 5 yıl geçer ve bir İmam Hatip'in de bulunduğu ortamda hikayeye konu olan iki kişi karşılaşırlar. İmam, iş görüşmesine giden kişiye hürmet gösterince oruç kaçkını arkadaş orada bulunanlara şöyle der: -İyi de kendisi birazcık Komünist'tir. Aslında Komünist ithafı siyasi düşünce sıfatı olarak değil, inançsızlık manasında kullanılmıştır. Kafanızın karıştığını düşünüyorum. İşin doğrusu benim kafam da bu gibi durumlarda karışmıyor değil. Karışıklık iman ve ahlakı sadece sözlerle yaşıyor olmamızdandır. Sanırım bu davranış şekli bir hayli rağbet görmüş olmalı ki samimiyetten ziyade şarlatanlıklar daha çok revaçta. Osmanlı döneminde gayrimüslim halktan haraç alındığı bir zamanda Bekri Mustafa, bir meyhanede masaya kurulmuş, rakısını yudumlarken tahsildarlar içeri girer. Tahsildarlar başında fes bulunmadığı için hangi milleten olduğuna kanaat getiremedikleri Bekri Mustafa'ya haraç kağıdı sorarlar. Kafası kıyak olan Bekri Mustafa onları tersleyince olay yerine zabıtalar çağrılır. Bekri Mustafa bir hayli dirense de zabıtalar O'nu yaka paça sürükleyip karakolun yolunu tutarlar. Yolda giderlerken Bekri Mustafa'yı tanıyan biri yanına yaklaşıp sorar: -Mustafa senin ne işin var haraçla? Zabıtalara neden Müslüman olduğunu söylemdin? Bekri Mustafa, şöyle cevap verir: - Sus be kardeş sus, Müslüman olduğum bir türlü aklıma gelmedi. Eh yani büyük insanlar "Kişi düşündüğü gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi düşünmeye mecbur kalır" sözünü boş yere söylememişler... Sağlıkla kalın, mutlu kalın... Asim YAVUZ