İnsanımız siyasetin hep dürüstçe yapıldığını düşünür. Oysaki siyaset zannedildiği gibi etik kuralları çerçevesinde yapılmaz. İlçe başkanlığı, ya da belediye başkan adaylığı konusunda akla hayale gelmedik fırıldaklar çevrilir. Parası pulu olan insanlar aday listesinin ilk sırasında yer alabilmek adına insafsızca söğüşlenir. Parayı nerden kazandığı belli olmayan kişi milletvekili, bakan ya da bölge koordinatörleri ile tanıştırılır. “Bu kardeşimiz mensubumuz olup böyle bir düşüncesi bulunmaktadır” denilir. Topu tomarı üç beş cümle.
Bütün bu görüşmelerin elbette ki bir bedeli vardır. Orta direk insanının ömrü boyunca bir arada göremeyeceği miktarda paralar konuşturulur. Sadece bir koordinatörle görüşmenin bedeli iki yüz bin liranın üzerinde. Eh yani parası olan bir adam için bu miktarın ne değeri olabilir ki?
İdealinden bir servet miktarı para karşılığında feragat ettiği algısını oluşturan ilçe başkanı bu görüşmeyi sağladıktan sonra görevini yapmanın huzur ve rahatlığı içerisinde olayların gelişmesine odaklanır. Bu satış iki kişi arasında sır gibi saklanır. Adam kalkıp herkese belediye başkanı adayı olabilmek için büyük oranlarda rüşvet verdiğini söyleyemez ya.
Parayı cebe indiren vatandaş ise adaylık süreci başladığında işi temayül söylemine yatırır. Ortada halkın özverisine dayalı başarı ise sonraki görüşmelerde yukarıya referans olarak sunulur. Büyük ihtimalle Ankara, milli hassasiyetlerden kaynaklanan oy artışlarını kişinin kahramanlığı kabul ederek o kişiyi başkan adaylığı ile ödüllendirir. Eh cepte para, arkada Ankara olunca adaylık neden olmasın ki?
Söğüşlenen kişi mi?
O aptallığına doymasın.
Sevgili kardeşlerim: Bütün bunlar bir kurgu değil yaşanan hakikatlerdir. Şimdiye kadar kaç kişinin birbirinden haberi olmaksızın Ankara’ya götürüldüğü bende kalsın.
Masum vatandaşa gelince işte bu noktada zavallı demekten kendimi alamıyorum. Çoğu kere elinde pankart, bazen broşür bazen de çiçeklerle sokakları arşınlayıp durur. Kovulduğu kapılar, işittiği azar ve küfürlere rağmen o sadakatin en güzel örneklerini sergilemeye devam eder.
Roma’da bulunan ünlü San Pietro Kilisesini duymuşsunuzdur. İşte orada Papa’nın da katıldığı çok büyük bir ayın düzenlenir. Kilise de yer kalmayınca insanlar kocaman meydanı da doldurur.
Mahşeri kalabalık arasında iki kişi kilisenin kapısında belirir. Her ikisinin de boynundan asılan birer levha vardır. Levhanın birinde “Ben dinine bağlı koyu bir Hıristiyan’ım, lütfen bana yardım edin” yazılıdır.
Diğer adamın boynundan asılan levhada ise “Ben bir Yahudi’yim” ibaresi yer alır. Kiliseye gelenlerin hepsi Hıristiyan olduğu için doğal olarak yardımsever olanlar Hıristiyan dilenciye yardımda bulunur. Adamın çıkını parayla dolar.
Levhada Yahudi olduğunu belirten adam tek kuruş almadan mahzun bir şekilde beklerken Kilise’den en son çıkan iyi niyetli bir adam yanına sokularak şöyle der:
-Bak, canım kardeşim dürüst olmak çok güzel bir özelliktir ancak binlerce Hıristiyan’ın bulunduğu bir meydanda senin gibi bir Yahudi’ye hiç kimse para vermez. Boş yere bekleme.
Yahudi levhalı adam iyi niyetle söylenmiş sözleri duymazdan gelir. Ancak iki adım ötede ceplerini parayla doldurmuş olan diğer dilenciye söyle seslenir:
-Hey Salamon, adama bak, gelmiş bize ticareti öğretiyor!
Sevgili dostlar, umarım uyanıkla safı, dürüstle sahtekarı, vatanseverle paraseveri anlamanıza az da olsa katkıda bulunabilmişimdir.
Asim YAVUZ