Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 27-10-2016 19:12   Güncelleme : 27-10-2016 19:12

EN BÜYÜK İYİLİK

EN BÜYÜK  İYİLİK
Doyumsuz lezzetlerle süslü bu alemin büyüsüne kapılmamak çoğu kere insanın elinde olmuyor. Bir kere bu büyünün etkisi altına giren insan bir daha  kendini çekip çevirmeyi başaramıyor. Çünkü daldığımız hülyanın rehaveti  hakikatleri hatırlatacak her etkeni ortadan kaldırırken, bizler de sonun bir başlangıç olduğunu görmemeye odaklanmışız. Telkin ve temayülümüzü  varlık üzerine kurgulayıp,  yorgunluklarımızı  huzurumuzu  kaçıracak kabuslarla atmaya çalışıyoruz. Ne var ki içimizde hezeyan eden bu cebelleşme, zamanı durdurmaya yetmeyip, bizleri zeval vaktine doğru   pervasızca  sürüklemektedir. Güzel bir günün sabahında böylesine soğuk bir sohbetin gereksiz olduğunu düşünebilirsiniz. İşte asıl meselede bu. Yani  gerçek bir dostun varlığından uzak kalışımız, dost bildiğimiz insanların sevgi ve muhabbetinin bizleri  tasvip edilmeyecek  bir dünyaya hayatına özendirmeleridir. Unutup aldırmadığımız  asıl  güzellikler; buğulu camlara çizdiğimiz rengarenk lale bahçeleri , ruhu bedenine dar gelen insan figürleri değil, insanın kendi iç mimarisine uygun davranışlarla hayatını sürdürebilmesidir. Sözle şekillendirmeye çalıştığımız  değerlerimize bir can simidi gibi sarılırken bunun şekilden ibaret olduğu gerçeğinden kendimizi  bir türlü soyutlayamıyoruz. Oysaki bu, yalnız başına  saadete götüren yol değildir. Bunun  emirlere sıkı sıkıya sarılmak ve nehiylerden şiddetle sakınmakla  sağlanabileceğini unutmamamız gerekir. İşte o zaman sorgulayan, araştıran ve her eylemin bir bedeli olacağı gerçeği ile yüzleşmiş oluruz. Bu bizi korktuklarımızdan emin kılacak yegane altın anahtardır. Biliyor olmak  gerçekleri  yaşamakla  aynı şey değildir. Bizi değerli kılacak olan, bildiklerimizi yaşamaktadır. Diğer türlüsü buzdan temeller üzerine sırça saraylar inşa etmek gibidir. Hoyrat bir meltem, ya da ılık bir ilkbahar güneşi  değerli  addedilen her şeyi yok etmeye kafidir. Bir çok kaynak iki bin yıl öncesinde yaşayan insanların  ömrünün dokuz yüz hatta bin sene olduğunu kaydeder. Bu kadar uzun bir zamana rağmen onlar dahi ömrün kısa olduğundan şikayetçi olmuşlardır. Çünkü sonsuz olmayan zaman, bir gün tükenmekte, insan gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalmaktadır. Hz İsa yolda yürürken çölün ortasında oturmuş,  kendi halinde ibadet eden bir zahit ile  karşılaşır. Biraz uzakta bir ağaç olmasına rağmen, adamın gölge dururken  güneşin altında ibadet etmesine bir anlam veremeyip sorar: -Az ileride gölge olmasına rağmen neden güneşin altında ibadet ediyorsunuz? Zahit: -Yedi, sekiz yüz senelik ömrüm zarfında  buradan kalkıp gölgeye gidecek kadar zaman geçirmeyi uygun bulmadım.  Güneşten kaçıp gölgeye varmak için geçireceğim zaman, heba olacak bir vakittir. O nedenle burada kalmayı tercih ettim. İsa, bir müddet düşünür ve: -Sana çok garipseyeceğin bir şey söylemek istiyorum. Ahir zamanda Dünya'ya bir ümmet gelecek ve bu ümmetin ömrü en fazla doksan ya da yüz sene olacak.  Fakat onlar öylesine bir dünya sevgisine kapılacaklar ki, onların bu halini gören onların hiç ölmeyeceğini  sanır. Zahit: - Eyvah, çok yazık; Şayet ben onların zamanında yaşamış olsaydım bir secde ile ömrümü tüketirdim. Bizler unutmaya çalışıp, aldırış etmesek de  er ya da geç  son olarak  hafızamızda yer eden başlangıçla  mutlaka yüzleşeceğiz. Güzel ve iyi olan, nedametin fayda etmediği yola girmeden önce hayatı sorgulayıp, sil baştan pişman olmayacağımız şekilde yaşayabilmektir. Bu, kendimize yapacağımız en büyük iyiliktir.
AdminAdmin