Güncel
Giriş Tarihi : 24-03-2018 21:42   Güncelleme : 24-03-2018 21:42

Candan Yüceer: "Birileri Kazanırken Kaybeden Türk Halkı Oldu"

Cumhuriyet Halk Partisi Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer, Pınarça'da yapılması planlanan Termik Santral, özelleştirilmesi düşünülen Şeker Fabrikaları ve Tarım konusunda ki  sorularımızı yanıtladı

Candan Yüceer:
Cumhuriyet Halk Partisi Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer, Pınarça'da yapılması planlanan Termik Santral, özelleştirilmesi düşünülen Şeker Fabrikaları ve Tarım konusunda ki  sorularımızı yanıtladı. Sayın Yüceer, bölgemizde kurulması planlanan Termik Santralin insan sağlığı üzerinde olumsuz etkilerinin olmayacağı iddia ediliyor. Hatta bu konuda Çevre ve şehircilik Bakanlığı raporunda "Termik Santral, Trakya Bölgesinin hava kalitesini artıracaktır" ibaresi yer alıyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz? Bölgede  Termik Santral yapılması halinde Çerkezköy ve Kapaklı Halkının hayatında çok derin olumsuzlukların yaşanacağını bilmemiz gerekir. Pınarça Mahallemizde yapılacak olan Termik Santral geleceğimizin karartılması demektir. Bu korku ve endişe herkeste mevcut. Yapılmış örnekler sonrasında  yaşanmış sonuçlar ve kaybedilen canlar var. Biz burada yaşıyoruz, bundan sonra kalan ömrümüzü de burada geçireceğiz. Bir vatandaş ve bir yurttaş olarak derin endişeler taşıyorum. Yapılacak olan Termik Santralin burada yaşayan insanımıza hiç bir faydası olmayacak. Yapılmış olanların sonuçları ortada, uzmanların görüşleri belli. Çerkezköy ve Kapaklı zaten Organize Bölgesi ve sanayiye  evsahipliği yapıyor. Bölgemizde yüzlerce fabrika olup bacalarından zehirli gazlar çıkıyor. Soluduğumuz havanın kalitesini bizlerden daha iyi kim bilebilir ki? Çevremizde yaşanan kanser vakalarına ve kaybedilen canlara bizler şahidiz." Termik Santralin etrafa zararlı gazlar saçmadığı, bunun filtre sistemi ile minimize edildiği belirtiliyor. Modern manada bir Termik Santralin bölgeye katma değer olarak değerlendirilmesi düşünülebilir mi? Termik Santralin ortaya çıkardığı gazlar konusunda hiç kimsenin bir şüphesi olamaz. Ortada yakılan tonlarca kömür ve bu kömürün bacadan çıkan dumanı vardır. Bu duman içerisinde ise çok sayıda zararlı gaz bulunmaktadır.  Bu çok yanlış bir değerlendirme olur. Yukarıda sıraladığımız hususlar bir tarafa birde su konusu var. Çok iyi biliyoruz ki Termik santrallerin çalışmasında iki ana faktör mevcuttur. Bunlardan biri kömür diğeri ise sudur. Hem de tonlarca su gereklidir. Oysaki bölgemizde su kalmadı. Daha önceden 40 metreden çıkan su, şimdi 400 metrelerden çıkıyor. Su fakiri bir iliz. Akan bir deremiz yok. Çiftçimiz susuz tarım yaparak geçimini sağlıyor. Var olan suyu da çok şükür  kirletmişiz. Hem de temizlenemez bir şekilde kirlettik. Tekstil sektörü günlük tonlarca su çekip sonrada bu suyu kirletilmiş bir vaziyette kuyulara boşaltıyor. Ne  burada yaşayan insanımıza, ne belediyeye ne de sivil toplum örgütlerine sormadan kalkıp burada bir de Termik santral kurmak insanımızı hiçe saymaktır. Termik Santral Yapımının  engellenmesi konusunda hukuki bir dayanak var mı, varsa nasıl bir metot izlenmelidir? Termik santralin  önce Çerkezköy Silivri arasında yapılmasına karar verilmişti. Orada Danıştay yürütmeyi durdurdu. Çünkü kamulaştırma sorunu vardı. Danıştay, plan değişikliğini beklemeden ve ÇED Raporu olmadan kamulaştırmaya müsaade etmedi. Orası olmayınca iki ilçe arasına kurulması konusunda çalışma başlattılar.  Nereye yapacaklar? Tabi ki ormanın içine. Hem de kömüre dayalı bir Termik santral. Oysa ki çevre planlarında kömür odaklı santral yapımı yasaktır. Ama bu maddeye 'kömüre dayalı Termik santral hariç'  ibaresini ekleyerek Termik Santral yapımını yasal hale getirdiler. Bu şekilde bunun önü açıldı. Oysaki kömüre dayalı Termik santral, enerji üretiminin en kötü yoludur. Enerji üretiminin çok daha güzel yöntemleri vardır. Rüzgar gülü ve güneş enerjisi bunun en güzel örnekleridir. Mevcut kömür rezervinin işletmeye açılmasının ülke ve bölge açısından katma değer oluşturacağı düşünülemez mi? Bölgemizde ki kömürün çok kaliteli olacağını  hiç kimse düşünmesin. Atılan taş, ürkütülen  kurbağaya değmeyecek. Çok büyük bir enerjiye kavuşacak olsak bile burada yaşayan bir milyon insanın hayatı riske sokulmamalıdır. Halkın sağlığını tehdit etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ben eğer yaşayamayacaksam, çocuklarım sağlığını yitirecekse ne manası var elde edilen enerjinin. Önemli olan yaşamak değil mi? Bizler niçin çalışıyoruz, amacımız ne? Çocuklarımıza güzel bir gelecek sunmak. En azından atalarımızdan aldığımız bu emaneti sağlıklı ve huzurlu bir şekilde onlara bırakmak.  Ancak bu sistemde umut olabilecek bir şey yok. Milyonlarca ton kömür yakılacak. Bunun açığa çıkaracağı gazlar ve oluşacak kül; bölgemizde hayatın alabora olmasına neden olacaktır. Bu gaz ve küller yağmur ve rüzgarlarla kilometrelerce ötelerde de aynı olumsuz etkiyi gösterecek. Yani Termik Santralin ne bölge ne de ülkemize bir katma değer sağlayacağını düşünmüyorum. Bir doktor olarak Termik Santralin insan sağlığına zararlarını değerlendirebilir misiniz? Bu husus sıradan bir sağlık değerlendirmesi ile izah edilebilecek bir mesele değildir. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Termik santrallerin ortaya çıkardığı gazlar sonucunda  kansere yakalanma oranı  oldukça yüksek. Solunum yolu hastalıklarında  başlıca faktör olduğu ispatlanmıştır. Psikolojik etkilerinin yanında  üreme konusunda da  anne ve anne adayları üzerinde olumsuz sonuçları bulunmaktadır. Üniversitelerde yapılmış olan araştırma sonuçlarına baktığımızda Termik Santralin bulunduğu  bölgelerde yaşayan insanların daha fazla risk altında olduğu görülmektedir. Zaten havamız kirli. Biz bu şartlarda nasıl yaşayacağız. Termik santralin yapılması bu bölgedeki insanlara ölüm demektir. Bunu kabul etmek tabi ki mümkün değildir. Bu hayat bizim hayatımız. Burada yaşayacak olan da bizleriz. Satılma kararı alınan şeker fabrikasından bir de bölgemizde bulunan Alpullu Şeker Fabrikasıdır. Şeker Fabrikalarından yola çıkarak Hükümetin özelleştirme politikası konusunda neler söylemek istersiniz? Aslında bu bir süreç fakat yeni başlayan bir süreç değil. Bilakis sona gelinen bir süreç. Bunu neden söylüyorum?  1986'dan 2003 yılına kadar devam eden süreçte 8 milyar dolarlık bir özelleştirme yapılmış.  Ondan sonraki on üç yıl boyunca yani AKP iktidarı döneminde ise 59 milyar dolarlık özelleştirme oldu.  Tekel satıldı, Telekom satıldı, Et ve Balık Kurumu, Sümerbank, Etibank, Demir Çelik Fabrikaları gibi onlarca  alın teri yok pahasına elden çıkarıldı. Hep sattılar ama yaptıkları hiç bir şey yok. Peki özelleştirme yapan AKP bu parayı ne yaptı?  Ülkeye bir katma değer mi yarattı? Hayır. İşsizliğe mi engel oldu? Hayır. Gelir dağılımındaki eşitsizlik mi kalktı? Hayır. Tek yaptık dedikleri şey duble yol. Yani bu yolu altınla mı döşediniz?  Bu nasıl bir yol yapmak? Eh yani bu kadar özelleştirmeye karşılık bir de yol yapmasaydınız. Bu bir lütuf değil hükümetin yapmakla mükellef olduğu bir hizmettir.  Bunu milletin başına kakmak kadar mantıksız bir şey olamaz. Meseleye, özelleştirmenin devlet üzerinden işletme yükünün kaldırılması, ekonomiye hız kazandırılması ve dış borçtan kurtulmak için gerekli olduğu penceresinden bakılabilir mi? Keşke bu şekilde bir sonuç ortaya çıksaydı, biz de sevinmiş olsaydık. Bütün bu özelleştirmelere rağmen Türkiye'nin dış borcu arttı. Cari açığımız gittikçe büyüyor. İşsizlik almış başını gidiyor. Fakirle zengin arasındaki fark büyüyor. Fakir daha çok fakir, zengin daha çok zengin duruma geldi. Şimdi bütün bu şartlar dahilinde kalkıp şeker fabrikalarını satacağız demek, hataların en büyüğüdür. Tarımın geldiği nokta ortada. Dünyada buğday üretiminde 4. sırada olan Türkiye bugün buğday ithal eden ülke konumuna düşürüldü. Sadece buğday mı hayır, saman, et, nohut, fasulyeyi de dışarıdan alıyoruz.  İthal etmediğimiz hiç bir şey kalmadı. Çünkü biz üretmiyoruz. Çiftçi desteklenmiyor.  Hükümet çiftçiye üretme diyor. Peki dışarıdan alınan daha mı ucuz, daha mı sağlıklı? Hayır. Hükümet yetkilileri  çiftçinin gerektiği ölçüde desteklendiği görüşünde. İthalatın, ihracatın çok daha üst seviyelerinde seyretmesi, şehirleşme oranının arttığı şeklinde değerlendirilebilir mi? Şayet bu bir neden olarak kabul ediliyorsa bu da AKP'nin yanlış politikalarının bir sonucudur. Ben çiftçinin gerektiği derecede desteklendiğine inanmıyorum. Hiç kimse inanmıyor. Mazotun litre fiyatı  5 liraya dayanmış. Çiftçi tarlasını sürmek için litre fiyatının üçte birini KDV olarak öderken yat ve gemi sahipleri KDV ödemiyor. Ne olursa olsun siz kendi üreticinizi, kendi çiftçinizi desteklemek zorundasınız. Kendi hayvancılığınızı geliştirmek zorundasınız. Bugün kilometrelerce uzaklardan hayvan ithal ediyoruz. Ne kadar sağlıksız koşularda geldiklerini biliyoruz. Bu bir kere insan  olarak vicdanımızı sızlatıyor. Türk üreticisi bu kadar aciz mi? Çiftçi neden bu hale getirildi. Bütün bunlar niye? Sadece birileri kazansın diye. Biriler kazanırken kaybeden kim? Türk halkı ve üreticisi. Hükümet ithalde vergi duvarlarını kaldırdı. İthal maddeleri daha ucuza getirmek adına. Peki bunu yapacağına çiftçi üzerinden vergileri kaldırsaydı daha güzel olmaz mıydı? Neden mazotu  gemisi, yatı olana ucuz veriyor da çiftçiye vermiyorsunuz?  Pırlantada, elmasta vergi sıfır, mazotta yüksek. Türkiye hakikaten başka ülkelerin çiftçi ve üreticisini desteklerken kendi üreticisini mağdur ediyor. Geldiğimiz noktada üretime dayalı hiçbir şeyimiz yok. Türkiye, tüketime dayalı ve kapitalist ülkelerin pazarı durumuna getirildi. Anlattıklarınız, ülkede sıkıntılı bir sürecin devam ettiğine  işaret ediyor. Geçmişte buna benzer bir dönem daha yaşandığını söyleyebilir miyiz? Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu yıllarda dahi böylesine  zorluklar yaşanmadığını söyleyebiliriz. AKP Hükümetinin bu güne kadar sattığı pek çok fabrika ve işletme Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulmuştu. Bir toplu iğnesinin dahi üretilemediği o yıllarda aç ve sefil düşmüş olan Milletimiz,  bir taraftan Milli Mücadelesine devam ederken diğer taraftan tarım ve sanayinin gelişmesi adına fabrikalar kurmuştu. Yedi düvele karşı verilen onurlu bu savaşlar cephe gerisinde sanayileşme ile tamamlandı. Hem ciddi bir büyüme sağlandı hem de Osmanlı'dan kalan borçlar ödendi. Cumhuriyetin ilk on yılında sağlanan bu müthiş büyüme ile beraber Sümerbank, Demir Çelik Fabrikaları, Etibank, Maden işletmeleri, Demir Yolları, Hava Alanları   ve her bölgeye kurulan fabrikalar Türkiye'yi bir baştan diğer başa kalkınmaya taşıyan atılımlardır. O fabrikalar sadece bir ekonomik zenginlik olarak değil, bir ulusun kendini  ispatı olarak değerlendirilmelidir. Sorunlar ortada. Peki bu sorunların çözümü noktasında ne yapılması gerekir? Artık AKP İktidarının Türk Milletine bir faydası olacağını düşünmüyorum. Bir kere halkımız AKP'den kurtulmak zorunda. Tarım, Sanayi, Hayvancılık, dış ilişkiler, adaletin tesisi  ve ekonomi konularında Hükümet sınıfta kalmıştır. Türkiye'nin bunlarla yol alması artık mümkün değil. Çözüm noktasında alternatif Cumhuriyet Halk Partisidir. Meselelerin çözümü Atatürk ilke ve inkılapları ışığında;  millet menfaatini ön planda tutan CHP'nin iktidarı ile mümkündür. 2019 yılı ülkemizi  yanlış politikalarla yöneten AKP'den kurtulma yılı olacaktır.

Röportaj: Asim YAVUZ

AdminAdmin