Güncel
Giriş Tarihi : 16-10-2018 22:59   Güncelleme : 16-10-2018 22:59

Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır..!

İnsan, sahip olduğu nimetleri ya kendi mahareti ya da bir başka faninin bir lütfü olarak değerlendirmekte gayet mahir davranır

Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır.  Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır..!
İnsan, sahip olduğu nimetleri ya kendi mahareti ya da bir başka faninin bir lütfü olarak değerlendirmekte gayet mahir davranır. Sonrasında kırıntı ikrama kubbe nazarı ile bakarken  mükemmel donanımı  lütfeden  yaratıcıya habbe miktarı minnet duymaz. Oysaki varlığa nimeti mucip kılansa hayattır. Yani varlığın kendisidir. Ezeli Ervah diye bilinen ancak modern dünya anlayışının zihinlerden sildiği bu kavram; ruhların yaratıldığı zamanın adıdır. Başlangıcı belli olmayan bu süre içerisinde dünyaya gelmesi murat edilen insana rızkı tahsis edilir. Yaratıcı, nefes alıp verdiği müddetçe kişiye rızıkta sıkıntı yaşatmamayı irade buyurur. Bedenin varlığını sürdürebilmesi için gerekli olan gıda ve barınma malzemeleri rızık olup, ötesinde kalan her türlü varlık rızık  sayılmamaktadır. İnsanın yaşayabilmesi ve kendisine sunulan rızık, çoğu kere dünya nimetlerine ulaştıran vesilelerin  gölgesinde addedilir. İşi nasip kılana değil vesile olana minnet duyulur. Sağlığı lütfedene değil doktora şükran beslenir. Hz. İsa bir ağacın gölgesi altında oturmuş dua eden birini görünce yanına yaklaşır. Ancak Hz. İsa, adamın iki gözünün kör, bir ayağının sakat, vücudunda ise baras hastalığı olduğunu anlar. Adam kendi halinde şöyle dua eder: -Nice zenginlere vermediğini bana ikram eden Allah, yarattığın bütün kum taneleri ve ağaç yaprakları kadar sana şükürler olsun.  Bu yakarışa tanık olan Hz. İsa şöyle der: -Gözlerin görmüyor, ayakların bedenini taşıyamıyor, üstelik birde baras hastalığın var. Bütün bunlara rağmen büyük bir şevkle dua ediyorsun. Peki, çoğu zengine verilmeyip de sana verilen nedir? Adam, şöyle cevap verir: -Dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde O'nu tanıma sevinci, dilinde de O'na şükretme mutluluğu yoktur. Ama ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim bu sevgiyi ihsan eylemiş. İşte bunu düşününce kendi tutamıyor nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbime dilim döndüğünce şükrediyorum. Der. Tam bu esnada kötürüm adamın gözleri açılır. Bu şaşkınlık içerisinde adam şöyle der: -Sen, ölüleri dirilten, hastalara şifa veren Peygamber değil misin? -Belli olmuyor mu? -Gözlerimden belli, ayaklarımdan henüz değil. Hz. İsa: -Hele bir ayağa kalk bakalım, deyince adam yerinden doğrulur ve rahat bir şekilde yürüyebildiğini görür. Adam hemen secdeye kapanıp şöyle dua eder: - Allah'ım, seni tanıyan bir kalple, zikreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi bana gören bir çift gözle, yürüyen iki ayak lütfettin. Bu nimetlerin şükrünü eda edememekten sana sığınıyorum. O esnada toplanan halk, Hz. İsa 'ya hürmet gösterir ancak İsa Peygamber adamı işaret ederek: Hürmete ben değil o layıktır. O'nun şükrettiği nimetlere biz baştan beri sahibiz. Ama hiç birimiz onun gibi Allah'a minnet duyup şükretmedik, der ve ekler:  
AdminAdmin