BU BİR ZULÜMDÜR, ADVİYE HANIM
Zalim ile zulme rıza gösteren arasında bir fark var mı, şeklinde bir soru sormak geldi içimden. Belki çok mantıklı bulmayabilirsiniz bu soruyu. Belki de saçma diyebilirsiniz. Ama öyle bir seviye düşüklüğü içerisindeyiz ki artık mantığı olmayan sorulara dahi makul cevaplar arar hale geldik. Nasıl aramayalım efendim. Yaşadığımız gerçekler insanın tüylerini ürpertir cinsten. Bir yanda taciz edilmiş bir çocuk, diğer tarafta tacizci Göksel Eligül'ü savunan eski milletvekili Ziyaeddin Akbulut'un eşi, Adviye Akbulut'un zulme çanak tutan sözleri.
Bir zamanlar Akbulut'a danışmanlık etmiş sonrada siyasi erkini kullanarak bir kurumun müdürlüğüne atanmış olan Göksel Eligül içeriye alınmış. Göksel Eligül şimdilik yasal olarak suçlu bulunmuş. Bu hükmü veren de Türk Adalet sistemi.
Oturup düşününce ortaya iki sorun çıkıyor. Birincisi eski milletvekili Akbulut'un eşinin Türk Hukuk sistemini hiçe sayması; ikincisi de çocuk istismarını meşrulaştırmaya çalışmasıdır. Hakkı bir köşeye iterek kendilerine hizmette bulunan kişiye kol kanat olmalarıdır.
Adviye Akbulut'un sayfasına bakınca kendini torunlarına adamış bir büyükanne profili ile karşılaşıyoruz. Dualar, temenniler ve hüsnüniyet dilekleri. Ancak Hanımefendi'nin Göksel Eligül'ü koruyan sözlerine görünce temennilerinin samimiyet içermediği sonucuna varıyorum.
Diyorum ki:
Adviye Hanım, ortada mağdur edilen bir çocuk var. Bu sabinin kimin çocuğu olduğunun hiçbir ehemmiyeti yok. Bu çocuk sizin bir yakınınız da olabilirdi. Siz, suçlu bulunan o insanı, yine aynı hissiyatla savunabilir miydiniz?
Bu da saçma oldu değil mi? Evet, haklısınız. Ancak benim de hakkımı iade etmeniz gerekir. Çünkü ta başında söylediğim gibi artık bizler saçmalıkta mantığı, hukuksuzlukta hakkı, zulümde adaleti, gözyaşında dürüstlüğü aramaya koyulduk.
Bizler:
Milletin bize, hizmet etmek amacıyla verdiği vekillik yetkisini sülale boyu miras olarak değerlendirmeye alıştırıldık bir kere. Artık yanlışları amentü esası gibi savunup, zulmü alkışlamayı şiar edindik. Tabi ki Adviye Hanım da; Göksel Eligül'ü bütün rezilliğine rağmen koruyup gözetmeye devam edecek. Çünkü kararmış ve kendi varlığını inkar eden vicdanlardan doğruluk değil, haksızlık ve zulüm fışkırmaya başladı.
Aynı kasabada oturan iki komşudan biri diğerinden şikayetçi olur. Şikayetçi kişi diğerinden 10 kile buğday alacağı olduğunu iddia eder. Kadı, sözde alacaklıya ikinci duruşmaya bir şahit getirmesini söyler. Adam mahkeme günü şahitlik yapması için Nasreddin Hoca'ya rica eder. Hoca adamın alacağı olmadığını bildiği halde bu teklifi kabul eder.
Mahkeme kurulur ve Kadı, Hoca Efendiye sorar.
-Bu adamın şu adamdan on kile buğday alacağı varmış. Sen bu konuda ne diyorsun?
Nasreddin Hoca ;
- Evet Kadı Efendi. Bu adamın o adamdan on kile arpa alacağı vardır, deyince davacı hemen müdahale eder:
- Kadı Efendi, bizim Hoca'nın dili sürçmüş olmalı. On kile buğday diyecekken 10 kile arpa demiş.
Nasreddin Hoca, söz ister ve şöyle der:
- Be kardeşim yalan olduktan sonra ha buğday demişim ha da arpa, ne fark eder ki?
Hanımefendi; size göre Göksel Eligül, billur kadar pak, melekler kadar saf ve masum. Yalan ve yanlış olduktan sonra varın bu nitelikleri istediğiniz kadar çoğaltın. Şimdiye kadar yalandan kim ölmüş ki?
Admin